21.01.2010

Oldukça soğuk bir akşam

Dün,
“Ciddi hayal kırıklıkları yaşıyorum” dedim renklipamuklar’a.
“Ben de” dedikten sonra ekledi: “Kime ve neye inanacağımı bilemiyorum”.
“Ben de” deme sırası bendeydi bu defa.


Bugün,
Hâlâ ciddi hayal kırıklıkları yaşıyorum ve kime, neye inanacağımı bilemiyorum.

Gece geç saatlerde başlayan korkunç boğaz ağrısı yerini halsizliğe bıraktı. Yünlüler içinde, battaniye altında bile tir tir titriyorum. Ocakta kaynayan ıhlamur; içinde elma kabuğu, karanfil. Çaya bile karanfil attım içerken.

Taze sebze çorbaları yapıyorum. Kuru soğan, kırmızı mercimek, kereviz, kereviz yaprakları, beyaz lahana, havuç... Evde bulduğum ne varsa atıyorum içine. Üstüne karabiber serpiyorum, daha az öksürüyorum böyle olunca. Kendimi sakındım sakındım, olmadı. Beceremedim. Bir yerlerde üşütmüşüm demek ki, farkında olmadan.

Battaniye altında kitap okuyorum. Boleyn Mirası’nın son 100’üncü sayfasındayım. Tamamladıktan sonra Philippa Gregory’nin Türkiye’de yayımlanıp da okumadığım tek kitabı kalacak. Ona da sıra gelir umarım.

Birazdan battaniyemi TV karşısına taşır; Adnan, Matmazel, Bihter, Behlül, Nihal, Beşir arasında oluşan aşk prizmasındaki kırılmaları izleyebilirim.

Halim yok. Olsaydı beraberinde örgü de örebilirdim.

15.01.2010

Pastel boyalarla duru kelimeler...

Bir zamandır okunmayı bekliyordu, Aşk. Elif Şafak’ın okuyacağım ilk kitabı olacaktı. Bir solukta, kimi yerlerde gözlerimde biriken yaşları yutkunarak okudum. “Rastladığım en derin romanlardan biri”, bunu söyleyebilirim ancak.

Bir yanda Şems, bir yanda Baybars…
Bir yanda iyiler, bir yanda kötüler…

Kitapların, filmlerin; bunların içine gizlenmiş kırıklıkların, üşümelerin, ağlamakların… Hatta tüm hayatın özeti bu belki de. Vavien’in özeti de buydu, bana göre.

Bir yanda Sevilay, bir yanda Celal…
Bir yanda iyilikler, bir yanda kötülükler…

Günün bir zaman diliminde ağladıysam, aynı günün bir başka zaman diliminde mutlu olabilmeye çalışıyorum. Karamsar, sevinçten elini eteğini çekmiş ve hınç dolu insanları uzaklaştırıyorum etrafımdan. Kimse kimseden mutluluklarını çalmasın! Çalınan mutluluklar küçücük olsa da. Umutlarını yeisleri ile kirletmesin! Kirlenen umutlar durulmuş olsa da.

“Yaşamak güzel şey! Yaşarken iyiliklerin, güzelliklerin elinden tutmak daha güzel, daha başka bir şey!”

Gökyüzü, deniz mavi...
Çimen yeşil, elma kırmızı...
Ayva ile nar sonbahara sevdalanmış bir kez.
Çiçekler bahara aşık.
Kediler yumak peşinde, fareler ise peynir.
Uçurtmalar bulutlara yoldaş...
Kalem kutusunda kırık pastel boyalar.

En çocuk hâli ile yaşamak...
Hepsinden ve her şeyden daha duru.

6.01.2010

Venüs nerede?

Boticelli’nin Venüs’ünü de çizmiştim, şu an tarihlendiremediğim o zamanda. Kara kalem ile birlikte füzen de kullanmıştım. Füzen elleri kömür karası yapar, kömürdendir çünkü. Sabunlarsın sabunlarsın ancak arınır. Fakat hoşlanırdım füzen karasından. Ellerimden hiç çıkmasın isterdim.

Kim bilir ne oldu çizdiğim Venüs? Yırtıp attığım resimler arasındaysa şayet… Dilerim doğaya karışmıştır. Toprağa, topraktan suya, sudan denize, denizden Venüs’ün doğduğu adaya varmıştır dilerim.

Nice başka Venüsler… İsimsiz kadın figürleri, yüzü tamamlanmamış erkek figürleri, ülkesi belirsiz hayali manzaralar… Onlar da doğaya karışsa… Bulutlarla dağların en yükseğine yağsa mesela. Hayal bu ya… Hayallere dur durak yok nasılsa…

İnsan tutku ile bağlı olduklarından bile vazgeçebiliyor.

Çoğu zaman yaşamak nasıl bir şey, anlayamam. Anlayamadığıma şaşırmam, çoğu zaman kendimi de anlamam. “Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı” sözünü belki 15 yıl önce ilk kez duyduğumda kendime bu denli yakın hissetmeseydim?.. En çetrefilli sözlerin yamacında dolanıp durmasaydım?..

Birazdan ıhlamur demleyebilirim. İçine elma kabuğu ile bir-iki tanecik karanfil de atabilirim. Bir meyve çayı yaparım, “İyi ki şehrimdesin kış!” derim. “Huzurla sür…”

Aşk okuduğum en güzel romanlardan olacak belki de. Aklımdan silinmeyecek sözlerle dolu. Keşke daha önce okumaya başlasaydım Elif Şafak’ı.

Yazdıklarıma noktayı koyup mutfağa gideyim en iyisi. Bir tutam ıhlamuru süzgeçte yıkadıktan sonra… Demlenene kadar birkaç sayfa daha… Taksim’e çağırmışlardı bu akşam. Böylesi daha güzel; bir fincan ıhlamur, sayfalar ve sayfalar…

Anlamak güç değil.

5.01.2010

Bir düş yazdım, detaylardan ibaret

Gündüz sona ermek üzereydi. Bandın üzerine bıraktıklarım kasaya doğru ilerlerken aldıklarıma baktım. Şeffaf bir kutuda tek ekler pasta, biberli üçgen peynir, küçük kavanozda zeytin ezmesi, yuvarlak sandviç ekmekleri, gazete. Bir, bilemedin iki kişi için ufak tefek alınmışlar. Bant kasaya doğru ilerlerken hayatımın özeti gözlerimin önünden geçer gibi oldu.

Gündüz sona erdi. Bu gece Ege’yi ve yaz akşamlarını özlemediğim kadar çok özledim.

Ekler pastanın arasında beyaz krema olduğunu fark etseydim almazdım. Beyaz kremalı ekler pastaları pek tercih etmem. Tadı fena değil ama… Sanki ekler pastalar mutlaka çikolatalı olmalı.

Belki bir ay önce Lübnan’dan bir arkadaşımla yazışıyorduk. Sanırım İstanbul’un çok soğuk olduğundan söz ediyordum. Karşılığında Beyrut’a yağmurun çok yağdığını yazdı. “Üşütme sakın. Bol bol ıhlamur iç” dediğimi hatırlıyorum. “Lübnan’da ıhlamur ağacı yok. Ihlamur içmeyi çok özledim ama ne yazık ki burada bulamıyoruz” dedi. Uzun yıllar Türkiye’de, İstanbul’da yaşamıştı. “Üzülme, sana ıhlamur gönderirim” dedim. İşler, bazı olumsuzluklar ancak nefes aldırdı. Nihayet bugün, arkadaşıma bolca ıhlamur ile birlikte kurutulmuş karanfil de gönderdim.

Karanfil kokulu sıcacık ıhlamur ona buraları hatırlatacak. Karanfil kokulu sıcacık ıhlamur bana oraları hatırlattı. Oralar derken… Ege’yi.

Bu gece Ege’yi çok özledim. Uzun zamandır uzak durduğum bir düşün bildik detaylarını sıraya koydum. Gündüzün kavurucu sıcağı ile akşamın tuzlu serinliği iç içe geçmiş, bulutlara gizlenmiş. Akşamsefaları Ege’de öyle her yerde açmaz; evlerin küçük bahçelerinde, çeşmelerin yakınlarında boy verir. Kokusu daha keskindir İstanbul’da açanlardan. Tenim tunçtan bir heykelin renginde, saçlarım ayçiçeklerinin sarısında. Üzerimdeki kısa elbise mutlaka beyaz. Saçlarım hiç olmadığı kadar dağınık, hiç olmadığı kadar uzun. Ege’nin tuzlu ve serin suları, balıkçı takalarının yanıp sönen ışıkları, uzaktaki ada ve belirsiz ışıkları. İlerideki zeytinlikte otlayan koyunlar, koyunların boynunda çın çın eden çıngıraklar, ağustos böcekleri…

Bildik bir düş... Detaylardan ibaret.