8.06.2009

Kurumuş çiçeklerin saklısında…

“Merhaba” dedim. Kısacık kesilmiş saçları ıslaktı.
“Anlaşılan yalnız başlayan tatil yalnız sürüyor” dedi.
“Öyle planlandığı için…”
“Bu akşam sana katılmam planına zarar verir mi?”

Aslında ahşap iskeleden denizi izlerken, kumsalda yürürken, çay bahçesinin önünden geçerken onu düşünmüştüm. “Zarar vermez” demekle yetindim. Karşımdaki sandalyeye oturdu. Baharat kokulu keskin bir parfüm sürmüştü. Parfümünün kokusu başımı döndürdü.

“Hakikaten kötü bir seçim” diye konuştu. “Sardalyaları hayal kırıklığına uğrattın ama asıl yakamozu ne yapacağız?”
Denize baktım. Sordum:
“Yakamoz niye hayal kırıklığına uğradı?”
Ayakkabımın içine kum tanecikleri dolduğunda güldüğü gibi güldü.
“Yakamoz rakı kadehini sever. Ondan…”
“Bunu bir tek sana söylemiş olmalı” dedim. Göz kırptı.
“Yakamozlu geceleri bana soracaksın, ben de sana anlatacağım.”
“Hiç kimseye hiçbir şey sormam ben” derken gözlerimi kaçırdım.

Duraksadı galiba.

“Hep böyle misin?” diye sordu.
“Nasıl?”
“Zırhın hep üstünde midir?”

Duraksadım galiba.


Masaya gelen kadehleri doldurdu, birini bana uzattı. Rakı içtiğim zaman midem bulanır, beter olurum. Aslında içmesem…

Kadehini kaldırdı, bekledi. Eşlik ettim. İnce uzun bardaklar birbirine çarparken,
“Zırh kuşanmış kadınlara!” dedi. Geceye saklanmış yıldızlardan biri kaydı, göz bebeklerime düştü.
“Çok iyi insanlar” dedim telaş içinde. Gözlerime baktı ve galiba gördü. Orada alev alev yanan yıldızı gördü. “İhsan Amca ile Hatice Teyze, gerçekten çok iyi insanlarmış” diye sürdürdüm konuşmamı.
“Biliyorum” dedi. “Bu yüzden oradasın.”
“Neden bana yardım ettin? Tanımıyordun, adımı bile bilmiyordun.”
“Sen de beni tanımıyordun.”


Deniz, yakamozun pırıltıları, masanın üstündekiler, çardaktan sarkan asma yaprakları sanki yerinde kıpırdandı.
“Belirtmeliyim ki kısa süreli ve kesinlikle yalnız bir tatil yapmak için buradayım” dedim. “Gayet yorucu bir hayatın içinden geliyorum ve daha fazla yorulamam.”
“Seni yoruyor muyum?”

Rüzgâr saçlarımı dağıttı.
Saçlarımı düzeltmeye uğraşırken…
O hâlâ içiyorken…

Anlatmaya başladım.

“Hayatımda ilk kez her şeyi oluruna bıraktım. Cep telefonum kapalı, bilgisayarım yanımda değil. Kimse nerede olduğumu bilmiyor.”
Kadehin sonuna yaklaştım.
“İznim sadece bir hafta ama İstanbul’a bir daha hiç dönmeyecekmiş gibi davranıyorum”. Boş kadehi masaya bıraktım. “Dayanılmaz olan ne biliyor musun? Hiçbir şey benim sandığım gibi değildi.”

Mehmet sönmemiş sigarasına yenisini ekledi.
“Fazla sorguluyorsun” dedi. “Hayata bu kadar yüklenmesen…”
“Yaşamak böyle bir şey Mehmet”
dedim. “Birilerini, bir şeyleri yüklenerek...”
“Ve, arada soluklanarak. Başkalarının bize ait olan bir şeyleri yüklenmesine izin vererek…”
Denizin yakamoz düşmüş tarafına çevirdi gözlerini. Işıksızdı gözleri.


Bir süre sustuk.


“Senden önce bira içmiştim. Şimdi de bu…” dedim.
Sordu:
“Gitmek ister misin?”
“Gitmeliyim.”

Sigarasını söndürdü. Sarışın garsonun yüzü geldi geçti, ayağa kalktım.
“Yolu biliyorum” dedim. Mehmet ne uzak ne yakın.
“Sen rahatına bak” dediğimi hatırlıyorum.
“Alışkınım” dediğimi…
Bir ara üşüdüğümü, korkunç bulantının şiddetlendiğini…
Yabani bir kuşun kesik çığlığını, köpek ulumalarını...
Yolun bitmek bilmediğini hatırlıyorum.

Gece olunca gülkurusuna boyalı ev rengini yitirmiş.
Güllerin tarçınımsı, sardunyaların mayhoş kokusu.
Küçük bahçedeki güllerden kopardığımı hatırlıyorum.

Hatırlamadığım Mehmet’e sorduğum soru:
“Kadınlar neden kitaplarının arasında kurumuş çiçekler saklarlar?”

2 yorum:

geveze baykuş dedi ki...

rakıdan başımın dönmesine o kadar ihtiyacım var ki... unutmaya, belki unutulmaya ve rahat bırakılmaya...

çekip gitmek istiyorum, belki egeye ya da beni kimsenin tanımadığı herhangi başka bir yere. cesaretim yok! 30, yaşım 30! hayata bir kez daha sıfırdan başlamak zorunda kalacağımı biliyorum. ama nasıl yapacağımı bilmiyorum, cesaret edemiyorum.

yorgunum!

Daphne dedi ki...

kitap haline gelicek bu di mi?