6.01.2010

Venüs nerede?

Boticelli’nin Venüs’ünü de çizmiştim, şu an tarihlendiremediğim o zamanda. Kara kalem ile birlikte füzen de kullanmıştım. Füzen elleri kömür karası yapar, kömürdendir çünkü. Sabunlarsın sabunlarsın ancak arınır. Fakat hoşlanırdım füzen karasından. Ellerimden hiç çıkmasın isterdim.

Kim bilir ne oldu çizdiğim Venüs? Yırtıp attığım resimler arasındaysa şayet… Dilerim doğaya karışmıştır. Toprağa, topraktan suya, sudan denize, denizden Venüs’ün doğduğu adaya varmıştır dilerim.

Nice başka Venüsler… İsimsiz kadın figürleri, yüzü tamamlanmamış erkek figürleri, ülkesi belirsiz hayali manzaralar… Onlar da doğaya karışsa… Bulutlarla dağların en yükseğine yağsa mesela. Hayal bu ya… Hayallere dur durak yok nasılsa…

İnsan tutku ile bağlı olduklarından bile vazgeçebiliyor.

Çoğu zaman yaşamak nasıl bir şey, anlayamam. Anlayamadığıma şaşırmam, çoğu zaman kendimi de anlamam. “Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı” sözünü belki 15 yıl önce ilk kez duyduğumda kendime bu denli yakın hissetmeseydim?.. En çetrefilli sözlerin yamacında dolanıp durmasaydım?..

Birazdan ıhlamur demleyebilirim. İçine elma kabuğu ile bir-iki tanecik karanfil de atabilirim. Bir meyve çayı yaparım, “İyi ki şehrimdesin kış!” derim. “Huzurla sür…”

Aşk okuduğum en güzel romanlardan olacak belki de. Aklımdan silinmeyecek sözlerle dolu. Keşke daha önce okumaya başlasaydım Elif Şafak’ı.

Yazdıklarıma noktayı koyup mutfağa gideyim en iyisi. Bir tutam ıhlamuru süzgeçte yıkadıktan sonra… Demlenene kadar birkaç sayfa daha… Taksim’e çağırmışlardı bu akşam. Böylesi daha güzel; bir fincan ıhlamur, sayfalar ve sayfalar…

Anlamak güç değil.

Hiç yorum yok: