Bu akşam, dore maşa tokayı kaybettim. Onun yerine makyaj çantamdan bulduğum bir başkasını kullandım. Kaybettiğim toka daha rahattı.
Öyledir, kaybedilen daha değerlidir her zaman… Sahip olduğun senindir nasıl olsa.

Kağıt Helva, Duygu’nun hediyesi bana. Bir ömür saklayacağım kitaplarımın arasında…
Geçenlerde uzunca bir aradan sonra Osmanlıca metinlerin yazılı olduğu sayfaları çevirdim. Sanırım beş-altı yıldır oturup da bir şeyler okumuyordum. İlk sayfada çok zorlandım. Eskisi kadar rahat olmasa da öyle böyle okudum, 20’nci yüzyılın ilk yıllarında yazılan metinleri…
Tarih, geçmiş, eski, nostalji… Adına ne söylenirse söylensin ardımızda kalanları da seviyorum ben. Özlüyorum.
Özlemek demişken. Saçma sapan şeyler yaptırabiliyor özlemek bana. Sadece bana mı? Yoksa herkes saçmalar mı özledikçe? Ağlar mı mesela?

Bıkmadım mı hâlâ? Bıkmaktan çok umudum köreldi.
Çok bildik bir hikâye vardır hani. Ağustos böceği ile karıncanın hikâyesi… Realitede hikâyeler tersine işliyor gibi. Dört mevsim yaz, her daim saz söz ağustos böceklerine…
* Nesl-i Ahîr, Halid Ziya Uşaklıgil