3.02.2010

Muz ağacı için akabilir gözyaşlarım...

Gül ağaçlarına, ortancalara olduğu gibi muz ağacına da kar yağdı. Zemheri tüm bahçenin üzerini beyaz bir örtü ile kapladı. Havayı soluduğumda üşüyen, donan çiçeklerin fısıltılarını duyar gibiyim. Baharı bekliyorlar. “Ben de” diyorum çiçeklere. “Ben de baharı bekliyorum. Uzunca zamandır…”
“Onu ağustosta muz tarlalarına götürecektim. Muz seslerini dinleyecekti. Nasıl sevineceğini, hayret edeceğini düşündükçe…” yazıyor, Muz Sesleri’nin arka kapağında. Kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor Ece Temelkuran.
Sayfa 68:
Eve döndüğünde Sıla’ya yazdığı mektubun sonuna şöyle yazdı:
Kadında zaman geçmez. Sakın günün birinde iyileşmek için zamana güvenme.

Sayfa 73:
Dilini bilmediği bir yerde ağlamak fenadır. Çünkü seni, senin dilinde susturacak kimse yoktur. Böyle ağlayınca da kendisininkinden başka bir dilde susturulamaz insan. Annen susmadı.

Sayfa 127:
“Portakal ağaçları dikmemiz gerekiyor!”

“Niye gerekiyormuş habibti?” diye bağırdım, “Burada insanlar için bile yer yok, ne ağacı?!”

“Portakal ağacı dikmeliyiz” dedi, “Çünkü bir çocuk doğuracağım ve karnım büyürken güzel bir şeye bakmak istiyorum.”

Muz ağacı karlar altında… Soğuktan korumak için poşet ile sarıp sarmalamıştık. Nefes alabilsin diye delikler açmıştık poşete. Emine Teyze haber verdi:
“Muz ağacı kırılmış”.
Çok üzüldüm.
“Üzülme” dedi. “Gövdesi kırılmış ama kökü sağlam. Bahara yeniden açar”.
“Açar mı?” diye sorarken muz ağacının yeniden yeşillenmesini diledim. Yaz rüzgârlarında geniş yapraklarının çıkardığı sesi...

Bunca zemheriye rağmen.
Yağmalanan kalbimin bir köşesinde baharı bekleyen bir ağaç daima duracak.

Hiç yorum yok: