1.05.2010

Marmara’da boğulan Ege düşlerim

Mouse’dan klavyeden çıkan sesler kulaklarımda çın çın çınlıyor. En sönük ışık gözlerime batıyor. Bir sayfa daha okumaya, bir cümleyi dahi elden geçirmeye sabrım kalmadı. Dinlediğim müzik bile kulaklarımı tırmalıyor esasında.

Hep çok geç
Dünkü toplantı öncesinde ayaküstü lafladık, CC ile.
“E-mailimde detaylı olarak anlattım. Okuyunca daha net anlayabilirsin” dedi. Devam etti:
“Tüm konuları en kısa zamanda tamamlamak zorundayız. Desteğine ihtiyacımız var”.
“Tabii” dedim, “Gerekirse gece çalışırım. Yarın çok geç mi?”
Yarın yani bugün çok geç değilmiş. Ertesi güne uzaması ise imkânsız…

Salona geçtiğimde “Fotoğrafları çeker kaçarsın” dedim arkadaşıma. “Toplantı sonunda çiçekti sepetti, bir şey vermeyeceklermiş”.

O erken gidebildi, ben ise kaldım sonuna kadar. Bari aramızdan birimiz hava kararmadan çıksın yürüsün istedim sokaklarda… Taksim’e gitsin, iki bira içsin. Otobüse binsin, yoldan geçenlere baksın vs. Farkına varsın İstanbul’un.

İstanbul’da fakat İstanbul’dan uzakta…
İstanbul’u özledim. Aylardır uzakta gibiyim. Gece yarılarından hafta sonlarına, hafta sonlarından gün ortalarına kadar günlerim bir bilgisayarın karşısında geçip giderken yaşadığım şehirden koptum. Pera’daki Picasso sergisini bile kaçırdım. Hâlbuki daha Dali’nin sızısı geçmemişti.

Gece çalışamadım. O korkunç baş ağrısı yine musallat oldu. Firdevs Hanım’ın kumpaslarına tahammül edemedim. Sinirlerim iyice gerildi. Televizyonu, ışıkları kapattım; uyumaya çalıştım. Çilek kokulu kırmızı MP3 çalarımda aynı müziği, aynı sözlerle defalarca dinledim, dinledim. Aynı sözler nedense hep onu getirir aklıma… O hiç silinmez benden.

Sabah dokuzda start verdiğim konuların tümünü neredeyse hiç ara vermeden akşamın ilerleyen saatlerinde tamamladım. Mouse’dan klavyeden çıkan seslerin bile kulaklarımda patlamalara neden olması işte bundan ileri geliyor.

Aşk vurgunu kitap yorgunu Ponçik
Akşam en sevdiğim kahve dükkânına uğradım. Hem sebzeli puf hem mozaik pasta hem de mozaik kek aldım. Hemen hepsinden yedim. Ponçik ile oynadık biraz. Ponçik, oyuncak gibi bir şey… Masmavi, konuşan bir pamuk. Patlamış mısır suratlı elma tırtılı. Neyse ki iyileşti. Eskisi kadar kıpır kıpır olmasa da hayata döndü. Artık Ponçik de Aşk’ın ve kitapların çarptıkları arasında…

“Aramıza hoş geldi!”

Hafta sonu… Yine bilgisayarın ve sayfaların arasında geçecek. Az önce Holly aradı, bir düğündeymiş. Davul-zurna sesleri geliyordu arkadan.
“Ne bu ya?” dedim.
“Sorma, zaten yorgundum iyice kafam şişti” dedi.
Sordu:
“Yarın ne yapıyorsun? Bitmedi mi hâlâ?”
“Yok, bitmedi. Program belli...” Ekledim hemen:
“Belki kaçabilirim bir ara…” Aslında çok umutlu değildim.
“Konuşuruz” dedi, çok umutlu değildi.

Ege’ye gitme düşlerimden yazıp çizmeyeceğim bu saatten sonra. Yazdıkça Marmara’da boğuluyor düşlerim…

Hiç yorum yok: