21.09.2010

Caroline’ler neden hep sarışın?

Sekiz ses dosyası çözmüşüm. Altı söyleşiyi toparlamışım, geriye kalmış iki. “Şekerim Ihlamur, eskiden olsa o ikisini de bırakmaz, bitirir öyle çıkardın. Geçmiş senden”...

Evet, o eskidendi. Çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken*

Bu denli eskidendi. Acemilik yıllarında, arpa boyu yol yürüme telaşındaykendi bu acelecilik. Ağırdan alıyorum artık yaptığım işi... Profesyonellik diyorum sonra da adına. İrili ufaklı ajanslarda, geceli gündüzlü sömürüldüğüme sayıyorum olmadı.

Bilgisayar değiştirmek çorap değiştirmeye filan benzemezmiş meğer. Bir haftadır adapte olamadım, ara ara çıldıracağımı sanıyorum. İki yılı aşkın zamandır kişisel notebook’um ile çalışıyordum. Birkaç kez teklemesi ile tehlike çanları “Çın Çın” çaldı ve masaüstüne geçmek zorunda kaldım. Yalnız üç günü dokümanları aktarıp, klasörleri özelleştirmekle, outlook’u kurmaya çabalamakla geçirdim. Eziyetti tümüyle.

Masaüstü bilgisayarımın monitörü dev gibi geliyor şimdi. Harfler büyüteçle bakıyormuşsun gibi, ayağımı kıpırdatsam kazulet gibi kasaya çarpıyorum. Geçen kasayı biraz öteye iteyim derken elim düğmeye değmiş, bilgisayarı kapatmışım. Sağa sola kıpırdasam kulaklık çıkıyor vs.

Asıl çelişkiyi Vista’dan XP’ye geçince yaşadım, sordum: “Bu ne yaman çelişki anne?” Sözcük sayımını bulamıyorum, punto değişmek için bile yerini arıyorum arıyorum. En fenası programın Türkçe olmaması. Ctrl+K ile klasörler açılıyor sayfamda.

Kızıyorum kendime biraz da. Alışkanlıkların esiri miyim neyim?

Hafta sonunun büyük kısmını çalışarak geçirmiştim. Huzur içinde uyuyup dinlenmek istediğim tek gece yine çığlık çığlık bağrışmalarla berbat edildi. Üst katta oturan kariyer sahibi genç erkek, genç ve güzel sevgilisini yine öldüresiye dövdü. Gece boyunca kavga ettiler, sonunda yine polisler geldi ve kız yine şikâyetçi olmadı. Sevgilisinin yanında kaldı.

Çok sinirliyim o kıza. Görsem kendimi tutamayacağım, konuşacağım:
“Seviyorum deme sakın, insan korktuğu insanı sevemez.”

Tabii kızın derdi, sevgi ise aşk ise.

Yazarken unutuyorum kafama takılanları. Kimi kendi ayağı ile gider kimi bucak bucak kaçar. Ne denli kaçarsa kaçsın, etrafını ne denli kalın duvarlarla örerse örsün çirkinlikler, iğrençlikler bulabiliyor insanı. Bir de arsız oluyor ki...

Vedat Türkali yarım kaldı ama okuyacak hâlim yok. Yarına iki toplantım var. Toplantılardan önce tamamlamam gerekiyor, kalan ikiyi… Bu durumda daha erken uyanmak, sabah şiir ve haber okumamak lazım.

Zaten güneş saklanmaya başladı. Renklipamuklar ile ‘Pembo’ adını verdiğimiz pembe bir kazağım var. Sevgilim olması için az biraz çaba harcadığım bir çocuk için almıştım o kazağı. Pembe mutluluk verir bana diye, çocukluğumun güzel yanlarını hatırlatır diye. O da çocuk erkeklerdendi biraz diye. Pembo kazağımı giymeme karşın pek keyifli olamadım gün boyu.
Akşam ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’yi izledim. Reel hayatta erkekler yüz güldürmüyor, o belli; öğrendik. Bari kalemin dokunduğu senaryolarda başka olsalar...
Hem anlayamadığım dizilerde, filmlerde neden nikâhlı kadınlar hep sevimsiz hep ağlak, Caroline’ler ise hep güzel hep sarışın gösterilirler?
O muhteşem ve paylaşılmaz erkekleri hep haklı kılmak için olmasın sakın!

* Murathan Mungan

Hiç yorum yok: