23.10.2010

En fenası, insan kendine bakınca…

İnsan kendine bakınca nereden nereye geldiğine, kimden kime dönüştüğüne şaşırıp kalabiliyor. Kendi adıma, kendine şaşırıp kalanlardanım. Hatta şaşırmak vurgusunu artırmak için “Kendime şöyle bir bakınca… Apışıp kalıyorum!” diyebilecek hâldeyim.

Ayrılık, aman ayrılık!
Bir buçuk ayı geçti, renklipamuklar ile göremedik birbirimizi. Bırak görüşmeyi, çoğu zaman telefonda konuşmaya bile zaman bulamadık. “Sana söylemiştim böyle olacağını…” dedim geçenlerde. “Ya, öyle deme!” dedi. Demiş bulundum bir kere…
Sitem edercesine “Neden blog yazmıyorsun?” diye sordu. “Okuyordum ne güzel. Yaptıklarından haberdar oluyordum”. “İçimden gelmiyor” diye özetledim.

Yazdıkça…
İlk olarak 2005’in son aylarında blog yazmaya başlamıştım. Bu fikri veren renklipamuklar’dı. Benden habersiz bir blog açmıştı, bana. “Buraya yaz” demişti. O zamanlar yayınevinden ajansa çile dolduran, kimi dönemlerde ise işsizliği iliklerine kadar hisseden, tutunma telaşında bir kızdım. Sürekli yazıyor, yazdıkça hayallerimi canlı tutuyordum.

Eskiyen masallar
Zaman oldu, telaşım gibi masallarım da eskidi. Sevgili, bütün bütün okunup akılda cümlecik cümlecik kalan şiirlere döndü. Öyle ki gözleri seçilse, sözleri kayboldu. Sözleri duyulsa, gözleri bulutların ardında...

Yaprakları üzerinde elmaların, güller ille de turuncu
Ege’deki kıyı kasabası da dibi boyladı. Beyaza boyalı, tek katlı ev vardı ya… Kapısında turuncu güller açacaktı. Hani mutfağında her dem çay fokurdayacaktı, evin içi tarçınlı kek kokacaktı. Gözü hep eşikte, kalbi küt küt çarpan bir kadın bekleyecekti içinde. Ekose desenli perdeyi aralayacak, sardunyaların ardından gözleyecekti sevgilinin gelişini. Gelişindeki esmerliği… Onu beklerken kitap okuyacaktı, en dokunaklı şiirleri seçecekti. Birlikte dinlemeyi sevdikleri müziklerle dolduracaktı tek göz odayı. Gelirken bir sardunya saksısı daha getirebilirdi sevgili. Belki de kucak dolusu elma ile gelebilirdi. Yaprakları henüz üzerinde olabilirdi elmaların.

O ev yıkıldı. Silindi gitti hepsi. Bugünlere varamadı.


Dünden bugüne…
Maketi hazırlanan dergiden iki ilan çekilince iki sayfa boşumuz kaldı. Zaman da dar, “Eski yazdıklarından bir şeyler bulsana Ihlamur” dendi hemen. Eskilere göz atınca, şaşırıp kaldım yazdıklarıma… Böylesi içten, böylesi ölçüsüz. Neysem, o. “Yok” dedim. “Bunlardan bir şey çıkmaz. M.Ö. yazmışım ben bunları…”

En zoru, kendini ikna etmekte
Üniversitedeyken aşıktı bana. Herkes bilirdi, ben de bilirdim. O kantinde beni izlerdi, ben ise yeşil parkalı, atkılı genci.

Geçen sabah karşılaştık. Sabahın köründe toplantıya yetişmenin derdindeydim. O ise her zamanki gibiydi. Tertemiz ve şıktı. Losyon kokusu burnumda… “Hoşça kal” derken öptüm onu. “Mutlu bir gün olsun” dedim uzaklaşırken. Neden yaptığımı bilmeden. Sonrasını kurgulamadan.

“O çocuk içime sinmiyor” dedi, renklipamuklar. “Sana uygun değil sanki.”
“Bilmiyorum”
dedim. Beklentimi sıraladım ardından. “Baktığında devran değişecek, mevsim dönecek. Öyle olmalı…”

Güzel bakıyor esasında. Devran değişmiyor, mevsim dönmüyor ama...

Hiç yorum yok: