28.05.2009

Henüz adını bilmiyorken…

“Çay karanfil kokuyor” dedim. Bakışları karşı kıyıdan uzaklaştı, yüzüme bakmadan “Hasan Ağabey demlerken çayın içine karanfil atar” dedi. Sanki, gözleri karşı kıyıda dolaştıktan sonra bir kadının yüzüne bakabilmek olanaksızdı onun için. Bakışları masa örtüsünün desenlerinde, çay kaşığının kabartmalarında gezindi.

Konuşmadı bir süre.


Mevsim sıcaklığını hissettirmeye başlamıştı. Bavulumun fermuarını açtım ve panikledim. Bu kadar az öteberiyle nasıl idare edecektim? Güneş losyonumun kapağını açtım. Sordu:
“Ne yapıyorsun öyle?”
“Güneş losyonu sürüyorum” dedim. Bakışlarındaki hayreti sezince açıkladım:
“Bunları kullanmadan Güneş’te fazla kalamam da...”
“Bir bardak çay daha içelim mi?”

“İçelim” diyemezdim. Bu cevap fazlasıyla iki kişilik olurdu. Tek kişiydim oldum olası…
“İçebilirim” diyerek cevapladım. Bu imayı anladı mı? Belki fark etmedi bile…


Karanfil kokulu çay çok güzeldi. Genç garsonun gözleri ışıl ışıldı. Deniz masmaviydi. Karşı kıyı… Karşı kıyı ise muammaydı. Sordum:
“Karşısı neresi?”
“Bilmem. Uzak bir yer işte...”
Kot pantolonunun cebinden çıkardığı bozuklukları masaya bıraktı.
“Bozuk paran yoksa…” dedim. Vardı ve masanın üzerindeydi bozukluklar.
“Gördüğün gibi var” dedi. Sinirlendi mi biraz?
“İçtiğim en güzel çaydı” dedim, duymazdan geldi.

Bavulları yüklendiği gibi yürümeye başladı.
“Pansiyon sormuştun. Kalacağın yerde lüks ve konfor arıyorsan buralarda bulamazsın.”
Yüzümden sıcak bir dalga geçti.
“Lüks ve konfor peşinde koşsam bir köye gelmezdim herhalde!” dedikten sonra durdum. Yürüsem de adımlarına yetişmem mümkün değildi zaten. Onu izlemediğimi görünce yürümeyi bıraktı.
“Güzel. Öyleyse çadır ayarlayalım sana.”
Yanına gittim, bavulumu çektim, aldım.
“Başımın çaresine bakabilirim.”


Yanından uzaklaştım. Bir yabancı olsa da bir erkeğin yanından uzaklaşırken dönüp bakmamak gerektiğini bilirim. Bilirim, fakat...

Keşke orada öylece durmasaydı. Aksi yöne doğru yürümeye başlasaydı. Bir kayığa atladığı gibi denize açılsaydı. Ne bileyim, bir şeyler yapsaydı ama orada öylece bakmasaydı.

Geri döndüm.

İçimi, dışımı kırık döküklük sardı. Henüz adını bilmiyorken…
“Daha önce karanfil kokulu çay hiç içmemiştim” dedim.

3 yorum:

Kedi Narnia dedi ki...

hadiii sor artık şu adamın adını... tırnaklarımı yedirtme bana pc başında... xx karakteri bu kadar mağrur olmasa mesela... uff ıhlamur ya başladığından beri okuyorum bu seriyi... çokta kıskanıyorum nasıl bu kadar güzel yazabiliyorsun diye :) fesatlığım tavan yaparsa tek sebebi sensin ona göre...

bölünmüş dedi ki...

adını bilmediğin bir yüzü sayıklayanlardansın sen de.. Öyle demişti bir şair.. Ben yüzünü bilmediğim bir adı sayıklıyorum..

Adsız dedi ki...

Okuyorum sessizce hala,sanki otobüste ki yolculardan biri ben mişim sessizce gençliğimin arkasından bakıyor muşum,hadi sor adını bu kadar mağrur olma..diyor muşum gibi gibi...çok güzel,sevgiler.