23.11.2009

Oysa ıhlamur ağaçları habersizdi

Birkaç yıl önceydi. Aslında birkaç yıldan daha önce de olabilir. Çok çalışmış çok yorulmuştuk. Çok yorulduğumuzda keyifli konulardan konuşmaya uğraşırdık genelde. Güzel anılardan, kitaplardan, filmlerden, güneşli bir tatil gününde yapılacaklardan… Söz, Selim İleri’ye gelmişti nasılsa.
“Selim İleri hiç okumadım” demiştim.
“Beğeneceksindir. Oku bence…” demişti, o zaman birlikte çalıştığımız yazı işleri müdürüm.

Kaç yıl sonra… Pastırma Yazı’nı görmüştüm kitapçıda. Arka kapağını okumuş, kitabı yerine bırakmıştım. Sonra İstiklal’de gezdiğim, kitapçıya girip bir dolu kitap seçtiğim gün Pastırma Yazı da yer almıştı o kitapların arasında. Ardından Fotoğrafı Sana Gönderiyorum, Destan Gönüller, Hepsi Alev geldi. Dün ise bir başka kitabını okumaya başladım. ‘Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın’. Bu kitabı almazdan önce, adını duyduğumda yalnızca… Kalmıştım öylece.


Belki üç belki de dört saat boyunca onlarca klasöre yüzlerce fotoğrafı yerleştirdim. Elimde uzunca bir liste; şu budur, bu şudur diye uzayıp giden bir liste… “Hata yapmış olabilir miyim?” ya da “Eksik kaldı mı acaba?” paranoyaları ile sürüp gitti. Nihayet bitti ve derin bir soluk…


Ihlamur içmiyorum artık. Bu kış neredeyse hiç içmedim. Ihlamurca kelimelerden uzaklaşmaktan, Beyaz Tuval’in beyazlığını kaybettiğini düşünmeye başlamaktan olabilir mi?

Oysa yüksek tepelerde kendince yeşerip sararan ıhlamur ağaçları her şeyden habersiz.
Yorgunluktan söz etmek yersiz.
Umutların her geçen gün kendi ömründen yediğinden söz etmek boş bir karamsarlık.

Kitapların sayfalarında durulmak en güzeli olmalı.

Hiç yorum yok: