28.11.2009

Şansındaki rengi sevmeli belki de...

Güneşli bir sabaha uyanmak güzel şey! Aslında öğlen demek daha doğru olacak sanırım. Saat on biri geçiyordu gözlerimi açtığımda. Tatil günleri tembelliğini seviyorum.

“Eşya sahibine benzermiş” demiştim. Henüz bebekken alıp, bir kutu içinde eve getirdiğim Ponçik’in de huyu bana benzedi. Gece yatmak, sabah uyanmak bilmiyor.
“Ponçik bir sabah bir cik desen, beni de uyandırsan olmaz mı?” diye sordum bu öğlen. Her zamanki gibi kanatlarını iki yana açtı ve melek oldu.


Hiç huzurum yok. Domuz Gribi olma ihtimali sinirlerimi iyice bozdu. Zaten az buçuk titizimdir. Şimdilerde titizliğin son kertesine ulaştım. Nemlendiriciler ellerimi nemlendirmeye yetmiyor. Her aksırıkta, her tıksırıkta su ve sabun! Yıkanıp paklanmaktan usandım.


Dikkat ettim, aldığım tokalar hep güneşli günlere denk gelmiş. Bugün de güneşli bir gündü. Elimdeki küçük alışveriş sepeti dolmuşken telefonum çaldı. Adı bile gülümsemem için yeterli...
“N’aber?” diye sordu. Ezelden beri telefondaki ilk sözü N’aber’dir.
“İyi, senden n’aber?”
“Ne yapıyorsun?”
“Toka alıyorum.”
Anlamadı, tekrar sordu:
“Anlamadım, ne yapıyorsun?”
“Saçlarıma toka alıyorum” dedim. Oysa tokaların olduğu bölümü geçmiş, renkli taşlarla süslü yüzüklerden birini deniyordum. Menekşe taşlı olanını…
“Demek saçlarına toka alıyorsun…”
“Evet, tokacıda toka alıyorum.”

Aynı sözleri defalarca tekrar ettik. Onunla saçma sapan konuşuruz telefonda. Ezelden beri…

Ufak tefek tokalar, bir yaka iğnesi ve taşlı bir yüzük aldım. Aslında menekşe taşlısını daha çok beğenmiştim ama bana uygunu kalmamış.

Olsun, şansımda başka bir renk varmış. Şansındaki rengi sevmeli belki de...

Hiç yorum yok: