8.04.2010

Bulutlar uzağa, güneş yamacıma…

08:15’te çaldı telefonum. Geç yatmıştım ve uyanmak istediğim saat elbette bu değildi.
“Ihlamur Hanım?” diye sordu bir erkek sesi.
“Evet, benim”.
“Dün e-mail yazmışsınız ama gün boyu toplantıdaydım. Cevap veremedim size… Fotoğraf altyazıları derken…”
Anlatmak istediğimi bir kez daha anlattım. İyi ki dedim, iyi ki şu hâlimi görmüyor! Pamuklu pijamalarım ve pembe çoraplarımla... Saçlarımı lastik toka ile tepeden toplamışım. Olasılıkla göz kapaklarım şişmiş ve göz altlarımda koyu halkalar… İyi ki!


Sabah gelen telefonla kendimi ‘işkolik’ olarak addetmekten vazgeçtim. Yok, elin adamını sabahın sekizinde arayamam ben. Gerçi… Evet, yıllar önceydi. Tek makale için dergiyi bekletiyorduk. Saat gece yarısını geçmiş.
“Arayacağım” demiştim arkadaşıma. Saatine bakmıştı.
“Bu saatte aranır mı?”
“Bal gibi aranır! Bugün göndereceğini söylemişti, gönderseydi!”
demiştim ve aramıştım. 10 dakika sonra makale adresime düşmüştü.

Bugün olsa sanki yapamam aynısını. Kesinlikle duruldum. Eski yaptıklarımdan eser yok şimdilerde…


Şimdilerde… Bir süre kitapçı kitapçı gezmek, güneşli günlerde o çay bahçesi senin bu park benim kaygısızca kitap okumak istiyorum. “Belki mayısa…” diye umut yüklenmek istemiyorum öte yandan. Yapamadığımda daha büyük hayal kırıklığı oluyor çünkü.

Yorgunum çok. Bu saatte hâlâ bir şeyler karalamak, anlatmak ve paylaşmak ihtiyacından olsa gerek. Kimselere pek bir şey anlatamıyorum. Herkes kendi derdi ile ezilmekte…

Bir haftadır vitamin kullanmayı bırakmıştım. Yorgunluğumu bu kadar yoğun hissetmemin, diplerde sürünmemin nedeni belki de bu. “Neden bıraktın?” diye sordu renklipamuklar. “Kullanmak zorundasın bu sıralar…”

Başladım yine vitamine… Kilo almasam keşke.
Keşke,
Başlayan ve gün boyu süren yağmur dinse…
Güneş hep gökyüzünde olsa, gülümsese…
İşler bir an önce bitse, gerekirse nisan da bir an önce bitse…
Ayrıca kuru soğan kilosu 4.90’dan satılmasa artık.

Hiç yorum yok: