3.04.2010

Kırık parçalar

Yıllar var arabesk dinlemiyordum. Çok yıllar… Öyle kimsesiz, öyle yalnız hissediyorum ki kendimi şu kör gecenin ortasında. Bu denli mübalağalı sözlere başka türlü tahammül etmek mümkün olamazdı herhalde.

“Neler gördüm neler, geldi başıma…
Düşe kalka geldim ben bu yaşıma…”


Hayıflanmalarla dolu, yıkılmış yenilmiş, talihsiz sözler… Kör gecenin ortasında, duvarların sessizliğine çizikler atıyor.


Dün gece gözlerimi kapadığımda, hâlâ yabancı seslerin karmaşık sözlerini kelimelere dökmeye çalışır gibiydim. Kulağımda bilgisayarın uğultusu… Kalbim yerinden çıktı çıkacak.

Sabahladığı gecelerin ardından, ofis penceresinden günün doğuşunu izleyen kız nerede? Restoranlardan bolca gelen, kenarda köşede kuruyup atılmayı bekleyen ekmekleri ıslatırdı. İlk ışıklarla pencerenin kenarına, güvercinlere bırakırdı. Yazılar yazardı sonra, güvercinlere… Bazen kumrulara.


Barınağı arayamadım, yavru kedilerin hâlini soramadım. Sormaktan değil, duymaktan korktum. Anne kedi diğer üç yavruyu alıp gitmiş. Belki de benden biliyor yavrularının yokluğunu… Onlara kötülük yaptığımı sanıyorsa, suçluyorsa beni?

Bu sıra Ponçik de suçluyor beni. Kitaplarımı yırtıyor, bilgisayarımı kirletiyor. Sultanahmet’ten aldığım çini kül tablasını yere düşürüp kırdı. Paramparça oldu mavi lale desenleri… İçindeki tokalar yerlere saçıldı. Bıraktım, öylece kaldı kırık parçalar.


Hayıflanmalarla dolu, yıkılmış yenilmiş, talihsiz sözler… Duvarların sessizliğine çizikler atıyor.

“Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm?
Kim bilir ne bekliyor, kalır mıyım ölür müyüm?”

Hiç yorum yok: