6.04.2010

Umutları yeşertme mevsimi

Selim İleri okumayı özledim. Daha Dün, Gramofon Hâlâ Çalıyor… Kitaplığımda öylece duruyor.
Gece günden, Ay Güneş’ten farklı…
12 saat önce ıslak kirpiklerim, yorgun adımlarım ile sokakları arşınlayan ben değildim sanki. Bir başına ağlayan, çevirecek bir telefon numarası bile bulamayan da ben değildim. Kadınsız erkeklerin doldurduğu karanlık mekânda onlar “Absolut” derken kara gözlü genç garsona, “Sıcak içecek var mı?” diye soran da. Çilek kokulu, kırmızı MP3 çalarımdaki müzikleri dinlerken ıhlamur içiyordum 12 saat önce.

Gün geceden, Güneş Ay’dan farklı…
12 saat sonra sahilde yüzümü Güneş’e dönmüştüm. Deniz dalgalı mavi, Güneş sarı sıcak… Bu defa kış çok uzun sürdü. Yüzyıllardır soğuk, yağmur hiç dinmeden yağıyormuşçasına. Selim İleri’nin İstanbul kokan cümlelerini okur gibi özlemişim, Güneş’e teslim olmayı…
Günümde gecemde, kelimeler…
Özensizce konuşanların sözlerini özenle derleyip topluyorum. Süslüyorum sözlerini; başlıklarla, spotlarla, aralara sıkıştırdığım cümleciklerle… Bir makine gibi hissediyorum kendimi. Otomatikleşmiş hâlde, duygularımı katarak değil de kalıpları kullanarak yazıyorum.

Duygularımı katarak yazdıklarım daha eskide kaldı. Çok değil esasında… Birkaç yıl ötede. Birkaç yıl yeter mi masalların evrilmesi için? Yerini bilmediğim bir kıyı kasabasında kaldı onlar. Geçmişte beni beklememiş, gelecekte de beklemeyecek adamın rengi belirsiz gözlerinde kaldı. Ve akşamsefalarının kokusunda, iğdelerin iğne yapraklarında, körfeze doğru ağır ağır çekilen küreklerde, tahta iskelede suyun derinliklerine dalmış bir kadının yazgısında kaldı.

Yaşadıkça bağlanmamak bir çiçeğin toprağına uzak düşmesi gibi bir şey. Uzak düşemem yaşadıklarımdan, İstanbul’dan.
Ponçik gittikçe sivrilen gagası ile en sevdiğim kitaplarımı, en çok sanat kitaplarımı yırtıyor. Kapımı kapatıyorum. Kapının ardından bağırdıkça bağırıyor.
“Ben de pır pır uçmak isterim Ponçik” diye cevaplıyorum onu. “Bahar geldi, herkes pır pır uçmak ister. Ama bak şu bilgisayarın başından ayrılamıyorum!”

Pır pır uçabiliyor Ponçik. Yazgısı dört duvarla sınırlasa da onu…

Eskiden kumbaram vardı. Çok değil esasında… Birkaç yıl ötede. Bozuk paraları biriktirir, bütünlediğim bozukluklarla çiçekler alırdım. Bahar demek yeni çiçekler almak, umutları yeşertmek demekti.
Bahar gelmişse ki gelmiş... Mevsim umutları yeşertmenin zamanı.
“Vira Vira!”

Hiç yorum yok: