10.04.2010

İnsanlar, yüzler ve hayatlar…

Akşam saatleri… Evde pinekleyip Aşkı Memnu’yu izleyecektim. Bir anda vazgeçtim ve renklipamuklar’ı aradım.
“Taksim’e gidiyorum, Z ile buluşacağız. Gelsene…” dedi.
“Hazırlanmam gerek” dedim. “Gecikirim”.
“Kaçta gelirsen gel, fark etmez”.

Geç gittim. Geçenlerde söz vermiştim. “Bir daha asla hafta sonu Taksim’e adım atmam!” demiştim, korkunç kalabalık ve kulakları yırtan uğultu karşısında… Katlanılabilir gibi bir şey değildi. Dün hafta içiydi neyse ki. Tenha bir akşamdı. Serindi sadece, üşüdük biraz.


Kız kıza oturup dertleşmek üzere toplaşmıştık esasında. Fakat erkekler daima spontandır. Bir anda dâhil olurlar hayatımıza, ve aynı hızla çıkıverirler hayatımızdan. Önce Z’nin sevgilisi dâhil oldu akşama… Hâlbuki gelmeseydi onu da çekiştirecektik. Türlü yorumlar yapacaktık, Z ile geleceklerine dair.

Gece, aramızdaki tek erkeğin iş ile ilgili çözüm bulmaz meselelerine çözümler arayarak, yaratıcı fikirlerine destek olmaya çalışarak sürdü. Sonra o da dâhil oldu aramıza…


Kesinlikle serin bir akşamdı. Dışarıda üşüdük, içeri geçtikten sonra ısınamadık. Kullanmaya başladığım vitaminler yüzünden buzlu çay içtim ben. Işıklar içindeki caddeyi izledim, sohbetten koptukça… İnsanlar, yüzler ve hayatlar… Çoğumuz aynı kulübe, Kaybedenler Kulübü’ne üyeyiz. Fakat bir farkla... Kadınlar sanki daha kanıksamış gibiler. Erkekler ise hiçbir zaman kabullenememişler. Teselli bulmaz bir reddedişin içindeler...

Aynı çatının altındayız çoğunlukla. Kanıksamakla reddetmek arasında incecik bir çizginin üzerinde...

Hiç yorum yok: