24.06.2010

Bir peri kızının sağanakları

Bir peri kızının sihri çiçeklerin rengini boyamaya yetebilir. Fakat yağmura… Gün boyu ve hâlâ İstanbul’un gökyüzünü terk etmeyen sağanak yağmur, çiçeklerin boynunu büktü.

Takside ağlamak huyundan vazgeçmeliyim. Aptal durumuna düşürüyorum kendimi… Fakat aynı çiçeklerin boynunu büken sağanak yağmur gibi benim de sağanaklarım var ve bir yere kadar durabiliyorum karşısında.

Kaderim bu... Bir günüm güzel geçerse ertesi gün hâlim duman. Bir gün işlerim yolunda giderse ertesi gün perişanlık. Bugün dünün aksine sefil bir gündü.

Hayat bir ömür bahar değil, olamaz elbette. Bir ömür güz olmasın mevsimim, mevsimimiz. İsteğim bu…

Hep o şarkının yüzünden oldu. Rafet El Roman hiç dinlemem esasında. Mesleğe ilk geçtiğim yıllarda birlikte çalıştığımız bir arkadaşım vardı, sürekli dinlerdi. Nişanlıydı. Nişanlısının onu aldattığını öğrenmişti bir gün ansızın. Gizlediği bir başka telefon hattı olduğundan, o telefon hattının ucunda bir başka kadının varlığından habersizdi. Bembeyaz bir yüzle anlatmıştı bunları bana. İşte, bugün ansızın onun en çok dinlediği o keder dolu şarkı çalmaya başladı takside. Arkadaşımın aldatılışı gibi habersizce yakalandım acı sözlere…

Camı açtım; bulanık, pis bir hava dışarıda… Yok, gözyaşlarım durmuyor. Aksi gibi taksi şoförü de gencecik bir adam; gözleri aynada, yüzümde. Makyajım aktı, gözlerimi yaktı. Aradığım mendili nihayet buldum ki papatya esanslıymış. Gözlerime değince daha da yandı. Daha çok aktı yaşlarım…

Ağladım.
Arkadaşıma ağladım, evlendi onunla.
Kendime ağladım.
Yorgunluğuma ağladım. O yıllardan bu yıllara…
Onu delice özlemelerime, özledikçe kendimle cebelleşmelerime ağladım.
Yol kenarında Şam fıstığı satan küçük çocuğa...
Buse’ye çok ağladım.

Hiç yorum yok: