6.06.2010

Sönük soğuk bir veda

Doğruymuş. Ortancaların köküne paslı çivi koyup su verdiğinde pembe çiçeklerin rengi maviye dönüyormuş. Yeni açan çiçeklerde belli belirsiz bir mavi… Neredeyse kışa direnemeyeceğini düşündüğüm sardunyanın körpe yapraklarında koyu pembe bir çiçek.

“Onunla karşılaşmaya cesaretim yok” demiştim renklipamuklar’a. “Bu atıp tutmalarımın hepsi onu gördüğüm anda boş…”

Benden yarım saat sonra oradaydı. Sarıldı ve öptü. “Hep aynısın. Hiç değişmiyorsun”.

Saçlarımın rengi aynı, hâlâ kumral. Sürekli tarzını değiştiren kadınlardan da değilim. Aynı görünüyorum böyle olunca… O gelmeden başlamıştım ufak tefek içmeye. Karşılaştığımızda umursamazlaşmıştım iyice. Yoksa diyebilirdim: “Geçen seni görmüşler. Sabaha karşı…”
Ya da sorabilirdim: “Yanındaki?.. Tanıyor muyum onu?”

Ne önemi var? O beni öyle bir yere koymuş, öyle bir yerde muhafaza ediyor ki. Yoksa der mi “Seni hiçbir erkek hak edemez. Hiç kimse sana layık olamaz” diye… Belki çok içtiğinden söyledi. Belki de yanımdaki erkeğin ayakları yere basmayan, anason kokulu iltifatlarından rahatsız oldu. “Bu yaştan sonra bu sözlere kanacak değilsin herhalde? İnanacak değilsin!” demenin üstü örtülü yolu.

Bir taksi durdurdu, kapımı açtı. Arabanın içinde sönük soğuk bir ışık. Gece bahardı, taksinin içi yaklaşan sonbaharımız. O ağacımdı, bense koptu kopacak bir güz yaprağıydım. Gecenin karanlığında... Yağmur iri iri, damla damla. Kapıyı kaparken, “Yürüyeceğim” dedi.
Ayakta güç duruyor. Daha da ıslanacak, belki üşüyecek.
“Yürümesen, bir taksiye binsen” diyemedim. Karanlıkta bir başına kalmışken, araba Arnavut kaldırımı yokuştan inmeye koyuldu. Baktım ardından. Camlar buğulu, seçemedim onu.

Aramak istedim, sormak istedim.
“Çok ıslandın mı? Üşüdün mü?”

Hiç yorum yok: