20.06.2010

Peri kızı

Çiçekleri istediği renklere boyayabilen bir peri kızıydı esasında. Yalan söylemişti, “Akçaorman’da bir ıhlamur ağacıyım” diye. Evet, bir akçaormanı vardı. Kumruların ağaç dallarına yuva yaptığı, gülleri yediveren, açelyaların ve sardunyaların her kışın ardından yine açtığı bir akçaorman. Üstelik, pembe ortancaların rengi artık iyiden iyiye mavi olmuşken. Aralarda pembe ile mavi arasında mordan gökkuşakları…

Çiçekleri istediği renklere boyayabilen bir peri kızıydı esasında. Söylediği tek yalan, akçaormanda bir ıhlamur ağacı olduğu değildi. “Beyaz bir tuvale her şeyin yapılabileceğini” de söylemişti. Hatta “Mutluluğun resmi bile…” yazabilmişti, bembeyaz harflerle.

Oysa mutluluğun resmini yapmak akçaormana bir fide dikmeye, bir çiçeği yeşertmeye de benzemiyordu. Pembe açan ortancaları, maviye mora boyamaya hiç benzemiyordu. Mutluluğu arayışları… Bulamayışları… Kanatlarını incittikçe incitiyordu peri kızının. Kanatları oyadan incecik işlenmişti. Annesi işlemişti, mutluluğa uçsun diye.

Kirpiklerine yağmurlar indiğinde peri kızının, “Büyüdüğünü sanıyorsun!” dedi annesi. “Artık hiç sözümü dinlemiyorsun, hep kendi bildiğini okuyorsun!”

Büyüdüğünü sanıyordu peri kızı. Hâlâ büyümemiş olmak mümkün müydü? Yaşadıklarını sıralıyordu. İlk aşkını, ilk terk edilişini… Bir daha terk edilmemek üzere sevişini, sevemeyişlerini… Katettiği yollara, yıllardır ona buna armağan ettiği emeklerine dönüp bakıyordu. Mesafeler gözünü alıyordu. Katedemediği yollara hiç çevirmiyordu bile başını. Onlar öyle ıraktı. Kazandıkları çoktu elbette, fakat kaybettiklerini sayıyor sayamıyordu peri kızı.

Sordu peri kızı, yağmur inmiş kirpikleri ile:
“Hâlâ büyümemiş olmak mümkün mü?”

Hiç yorum yok: