“Zeytinli pizza ve bir bardak açık çay” dedim, çoğu zaman olduğu gibi. Gazetelerin ilk sayfalarına göz gezdirdikten sonra okumaktan vazgeçtim. Güneşin kendini gösterdiği ılık bir sabahta karamsarlıklara sürüklenmenin anlamı yoktu.

“... burada” dedim.
“Nerede?”
“Pastanede, arkadaşları ile birlikte geldi”.
“Emin misin?”
“Evet, kesinlikle o. Çok eski model bir Mercedes ile geldi”. Sırtı dönük, sigarasından derin bir nefes alan renklipamuklar sakinlik içinde konuştu:
“Eski model arabalara hep merakı olmuştur”.
Bizi gördü mü bilmiyoruz. Renklipamuklar “Dönüp baktı” dedi. Sordum:
“Neden konuşmuyorsun?”
Sordu:
“Ne konuşacağım?”
Acı bir şey esasında… Gün geliyor saatlerce konuştuğumuz, birlikte mutlu olduğumuz insanlara söyleyecek tek sözümüz bile kalmıyor.
Haklı elbette. Ben de konuşmak istemem asla, eski sevgili ile…
Cumartesi gününün yarısını, pazar gününün ise tümünü çalışarak geçirdim. Bunları yazmaya koyulduğum saatlerde baş ağrım kendini hissettirmeye başladı. Gün boyu bilgisayar ekranına baktım, monitörün üzerine tüneyen Ponçik ise gün boyu bana baktı. Yanımdan hiç ayrılmıyor Ponçik. Gidersem arkamdan çırpınıyor, sanki ağlıyor.
Bugün sordum Ponçik’e:
“Sen bir prens olabilir misin? Yoksa sadece kurbağalar mı dönüşür prense?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder