13.03.2010

Yine, solmuş çiçekler arasında...

Vazonun birinde beyaz karanfiller, diğerinde bordo karanfiller… Küçük vazoda nergis ile sümbül. Solmak üzereler… Renklipamuklar gecenin şu saatinde üşenmedi ve solmuş çiçekleri çöpe attı.
“Ne yani?” diye sordum. “Hayatımızdaki tüm olumsuzlukların nedeni vazolarda unuttuğumuz solmuş çiçekler mi?”

Solmuş çiçeklerle arası iyi değildir ezelden beri.
“Geçmişi, bitmiş olanı temsil ediyorlar” dedi. “Geçmişten kopmak gerek!”
“Bu dediğin benim için çok fazla…” dedim.
Renklipamuklar boşalan vazoları mutfağa bıraktı. “Bitmiş olandan kopmak gerek!”

Bitmiş olan, olanlar… Üzerlerini karış karış toz kapladıktan sonra fark eder mi?

Ah, şu baş ağrıları… Gözlerim kısıldı ağrıdan. Uyumaya kalksam biliyorum, uyku tutmaz. Ihlamur içseydim keşke… Ihlamur içmek yerine fırından aldığım poğaçayı yedim. Yemeseydim keşke…

Holly ile telefonda epey konuştuk. Henüz baş ağrım başlamamıştı. Fakat biliyordum tutacağını… Katlanıyorum bir şeylere ve sonrasında tonlarca ağırlıkla geri dönüyor bana katlandıklarım.

Renklipamuklar ile de dertleştik. Yağdı gürledi. “Sanki” dedim. “Bunca yıldır çalışmıyormuşsun, profesyonel değilmişsin gibi söylüyorsun bunları… Öyle diyemezdim, öyle davranamazdım; biliyorsun”.
“Biliyorum”
dedi, üzüntü içinde. Diyemeyiz, davranamayız. Elbette, biliyor. Fakat bildiğin karşılık olamaz bazen. İş hayatının keskin virajlarında ise çoğu zaman...

Bir Ege kasabasına vardığımı düşünsem, şu dakika. Zorlasam kendimi düşünmeye... Sabun kokulu yastığa başımı koyduğumu ve dalgaların sesini duyduğumu...

Üzerindeki tozlardan silkinebilir mi hayaller?

Hiç yorum yok: