31.03.2010

Gül bahçesiz

Büyük sözler etmek bana yaramıyor. Ben ki “Bundan böyle felekten gün çalacağım!” dedim, o günden beri gün yüzü görmeden çalıştıkça çalışıyorum. Bitmedi, bitecek gibi değil fakat bitmek zorunda!

Çok yorgunum.
Edirne’ye bile gittim. Gitmişken Çello Çalan Kedi’yi geçirdim aklımdan. “Nehrin kenarında çay içmiştir, Selimiye’nin avlusunda güvercinlere bakmıştır mutlaka” dedim kendi kendime. Güzelmiş Edirne. Hele ki Selimiye…

Koskoca bir gün, bir tek metni derleyip toplamaya uğraşmakla geçer mi? Geçti. Delirmek üzereyken Holly aradı, kendi çektiklerini anlatarak beni teselli etti.
“Sana gül bahçesi vaat etmedim ki sevgilim” diyen acımasız sevgililer kadar hoyrat hayat. Sadece bize değil, bazı yavru kedilere de öyle.
Kömür karası annenin doğurduğu beş yavrudan ikisi hastalanmış. Günlerdir iş güç, şehir dışındaki programlar, yorgunluk derken yavru kedilerle ilgilenememiştim. Sabah ısıttığım sütü vermek için baktığımda ise biri kıpırdamıyordu. Sonra fark ettim ki diğerinin de durumu pek iyi görünmüyor. Veterinere götürdüm. Bakar bakmaz “Durumları iyi görünmüyor, uyutalım isterseniz” dedi. Suratsız, bakımsız bir kadın. Sevgisiz hatta...
“Yaşasınlar diye buradayım” dedim, sinirle.

Sonra hayvan barınağı… Kediler karton kutunun içinde hayata tutunmaya çalışsalar da gül bahçesi vaat etmiyor hayat onlara. Kömür karası anneye… Sarı gözleri ile acı acı baktı bana anne kedi. Yavrularını sordu sanki.
Gözlerimi kaçırdım.

Çok yorgunum. Çok yorulduğumda ağlamaklı olurum bazen. Uyku tutmaz. Bu gece de güzel rüyalar uzak gibi görünmekte… Çok iş var, bitecek gibi değil fakat bitmeli!

Yorgun.
Uykusuz.
Ve ağlamaklı...

Hiç yorum yok: