26.07.2010

Gök gürlüyor, yağmur başlayacak gibi

Ah, Emirgân…

Akşam serininde, Emirgân. Çınar ağaçları, batmak üzere güneş, mavi-kızıl deniz ve elbette martılar, kayıklar… Ah, neleri neleri getirdi aklıma. Sordum kendime: “Nasıl?” diye sordum. “Nasıl bırakıp gidecektin sen bu şehri? Temelli bırakıp gidecektin üstelik. Hepi topu bir bavulluk eşya ile. Deliymişsin!”

Aklım almadı geçmişimi.

Çantalar mutlu, ben mutlu

“Pazarda gezelim biraz” dedi Holly cumartesi günü. Önce kuaföre uğradık, oradan Ihlamur üzerinden Beşiktaş’a geçtik. “Bir gün Ihlamur’a gelelim” dedim Holly’e. “Ama ıhlamurların açtığı, mis gibi koktuğu aylarda olsun”.

Yıllar var ki pazarda gezmiyordum. Beşiktaş’ta da bir pazar olduğunu ise tamamen unutmuşum. Her şey hem ucuz hem de güzeldi. Ufak tefek bir şeyler aldım. Siyah bir çanta beğendim. Holly’e fikrini soracaktım, yakınımda bulamadım. İleride tokacıların, takıcıların tezgâhlarına takılmış. Almak istemedim danışmadan. Belki haftaya tekrar gideriz, bulabilirsem alırım siyah çantayı.

Çantaları çok seviyorum. Bir dolu, renk renk, model model çantam var benim. Hâlâ yeni çantalara bakıyorum. Geçenlerde, “Bence sen çanta yapıp satmalısın” dedi renklipamuklar. “Çantalarla çok mutlu oluyorsun”.

Yok, yapamam bu saatten sonra. Sil baştan yeni emekler harcayacak güç ve sabır tükendi bende. Artık, ağır asfaltlarla inşa ettiğim bu çetin yolda gidebildiğim yere kadar giderim. Kısmetim yetinceye dek.

Halide olmak ya da olmamak

Elia Kazan ile evli Frances Kazan’ın yazar olduğundan habersizdim. Geçenlerde bir kitabını aldım, adı ‘Halide’. Neredeyse tüm pazar gününü Halide’nin sayfalarında geçirdim. Son günlerde okuduğum çoğu roman pek şaşırtmıyor beni. Mesela, ‘Tahran’ın Damları’nda neredeyse 50 sayfa öncesinde sonraki adımı seçebildim. Kitabın sonu ise başından belliydi. Halide’de ise iki yerde, yüksek sesle “Aaa!” diyerek çarpıldığım sahneler oldu. Sahneler gözümün önünde canlandı. 19. yüzyılın sonunda, bugün yaşadığım şehirde yaşamış kadınların çıkmazlarını, çaresizliklerini seyrettim. Nasıl elleri kolları bağlı...

Bir küçük, bir büyük hayal kırıklığı

Yaz akşamı peş peşe film izlemek çok cazip olmasa da yalnız geçen saatlerde daha sıcak bir seçenek bulamıyorum. Önce Yılmaz Erdoğan’ın ‘Neşeli Hayat’ını izledim ki küçük bir hayal kırıklığı oldu benim için. Birkaç yerde durdurmayı düşünsem de renklipamuklar’ın müthiş sözü aklıma gelince oturup izlemeyi sürdürdüm: “Sinemaya saygı!”

Basmakalıp olunabilir ama bu kadar mı? Bence bu kadar olmamalı.

En büyük hayal kırıklığını ise ‘Gecenin Kanatları’nda yaşadım. Beren Saat’i çok beğenirim. Çok güzel bir kız, iyi de oynuyor. Yazık olmuş, böyle kötü bir işte yer almasaymış keşke. Gülünç sahneler, insanın bilincini allak bullak eden sözlerle doluydu film. Can vermek üzere olan Fiko’nun son sözlerinde ekonomik -dolayısıyla üstüne basa basa sınıfsal- konumuna hayıflanması, filmin en radikal en hırçın karakterinin gençlerin aşkı karşısında çözülmesi, hele ki o eğreti söylemler... Yine “Sinemaya saygı!” diyerek ve biraz da filmdeki genç atletin hatırına devam ettim izlemeye.

Nejat İşler’i çok, çok beğeniyorum. Tam tarzım esasında. ‘11’e 10 Kala’yı bu akşam izleyebilirim umarım. Yağmur başladı başlayacak. Buralarda gök gürlüyor.

Hiç yorum yok: