31.07.2010

Bin ömür yalnız yaşayabilirim

Pazartesiden cumaya, yani bugüne kadar ofiste yalnızdım. Dergilerin bitmesi ile birlikte, fırsattan istifade eden herkes bir kıyıya attı kendini. Tek kaldım, gitmedim bir yerlere. Yazın bitmesine daha çok var nasılsa…

Pek kimseye söylememiştim, buraya da yazmamıştım. Yaklaşık bir ay önce zehirlenmiştim. Hastanede kalmıştım, serum bağlanmış ve pek çok tahlil yapılmıştı. Demir değerlerim öyle düşük çıkmıştı ki birbirinden ürkünç senaryolarla tüm tahlillerin tamamlanması bir haftayı bulmuştu. Vejeteryan olduğum için vücudumda demirin d’si bile kalmamış. O gün bugündür çok ciddi bir tedavi altındayım. Haftaya yeniden tahlil yaptıracağım. Biraz da bu nedenle, yaşadığım çalkantılarla rolantiye aldım hayatımı.

Gülben Ergen konserine gitmedim, renklipamuklar üzüldü biraz. Eşlik edecek bir başkasını buldu nihayetinde. Evde kalıp, kitap okudum. Ponçik’in de keyfi yok pek. Yine tüy döküyor, tüm benekleri düştü zavallının. Kel tavuklara benzedi. Çoğunlukla tek başına kalmayı tercih edip, bir şeyler okuyorum. Ofiste de aynı… Arada arkadaşlar uğruyor, çay-kahve içiyoruz laflıyoruz. Sonra yine yalnızlığıma çekiliyorum.

Farkındayım ki değil bir ömür, bin ömür yalnızlığımda yaşayabilirim. Yıllar sonra karşılaştığım kişiler bile aynı soruyu sormaya başladılar bana:
“Neden evlenmiyorsun?”
Cevaplarım değişiyor. Kimi zaman kendimce mantıklı açıklamalarımı sıralıyorum kimi zaman ise geçiştiriyorum. Fakat çok sıkıldım bundan. Kimseye hiçbir şey anlatmak zorunda değilim ki… Hayatımdaki erkeğin adını bilmek zorunda değiller. Ya da varlığını… Ya da yokluğunu… Geçenlerde tuhaf bir soru daha geldi: “İlişkin istikrarlı mı?”
“Bu çok fazla” dedim. “Yani istikrar… Günümüz koşullarında sadece özel hayatta değil, iş hayatında, arkadaşlıklarda istikrar zor bulunabilen bir şey. Hayır, istikrarlı bir ilişkim yok” dedim. “Sanırım başka başka asırlarda yaşıyoruz sizinle. Birbirimizin yüzyılını anlamamız mümkün değil” demek istemiştim esasında.

Holly “Kulak asma” dedi. 12 yıllık bir beraberliğin ardından evlendi. “Kurtuldum mu sanıyorsun? Şimdi de ne zaman doğuracağımı soruyorlar!”
Hayatım boyunca kimseye soru sormadım. Röportajlarım dışında, asla. Röportajlarımda bile sorularımı öncesinden paylaşır, karşımdakini nelerin beklediğini bilmesini isterim. Kız arkadaşlarıma sormam, sevgilime bile sormam. Sevgilimle konuşurken telefonun ucunda bir kadın sesi duyarım, sormam. “Yanındaki kim?” demem.

Terk ederim.

Bu akşamı da kendi kendime kalarak geçirmek istedim. Bu sıra makarna ve patates kızartmasına sardım. Üç tane patates kalmış evde, bir tane de domates. Bir kabak ve dolma olamayan dolmalık biberlerle birlikte tümünü kızarttım. Kontrolsüzce yedim, yedim. Annemden bisküvi pastası yapmasını istemiştim, yapmış. Üç dilim de pasta yedim. Şu an huzursuzum, kilo almaktan korkuyorum.

Yarın sabah güzel bir şeyler yapmalıyım. Renklipamuklar gitti, hafta sonu yok. Belki Beşiktaş’a giderim. Gerçi hava sıcaklığı İstanbul’da 35 dereceyi bulacakmış. Çok sıcaklara dayanamıyorum. Beşiktaş’a gitmek iyi olabilir, yeni filmler alırım. Bu arada, 11’e 10 Kala’yı izledim. Çok özel bir film, Nejat İşler’i yine çok beğendim. Üniversiteden beri beğenirim onu. Karşılaşırdık, aynı dönemde okumuştuk.

Gündoğarken’in eski şarkılarını buldum. Kaç yıl önceydi, özlemişim. Elimdeki kitap, ‘Sevdalinka’ *

Benimki de dert mi? Nelere göz yumuyor bu dünya?

* Sevdalinka, Ayşe Kulin

Hiç yorum yok: