14.12.2009

Hep mutluluk yok ki...

2009 yılından çok umutluydum. Apak beklentilerle 1 Ocak gününe uyanmıştım. Aralık’ın son haftalarını yaşadığımız şu günlerde ise 2009’un bir an önce çekip gitmesini istiyorum. Pabuçlarını ceketini giymeden, kapıyı kapatmadan gerekirse…

Gökyüzündeki kış güneşi bile fayda etmiyor bazen.

Sabah saatlerinde duyduğum bir haber benim için kara, arkadaşım içinse katran karası, zifiriydi. Üç gün içinde, apar topar… Babasını kaybetmiş.

Egeli aslında. Deniz kenarında tanışmıştık onunla. 15 yıl olmuş mudur acaba? Üniversitedeki ilk yılımı tamamlamışken, sınavlara hazırlanıyordu. “Mimar Sinan’ı yazsana, Sanat Tarihi’ni…” demiştim. “Birlikte okuruz hem. Çok güzel bir bölüm”. Yazmış okulu, kazandı. Tası tarağı topladı, Ege'den İstanbul'a göçtü. Burada kaldı.

Çok gençtik; yalnızca kendimize değil, tüm dünyaya dair büyük hayallerimiz vardı. Yıllar geçti, büyük hayallerimiz küçüldü, rüzgâr bizi farklı yerlere yönlere savurdu.

Aynı şehirde yaşamamıza rağmen doğru dürüst görüşmüyorduk. Bayramlarda, yeni yıllarda ve doğum günlerimizde mutlaka arıyorduk birbirimizi. Bugün öğrendim ki o kara haberle hayatının en mutsuz gününü yaşıyormuş. Aradım, konuşamadık pek.

Ağladım, ağladım. Çok işim vardı. Giyindim, evden çıktım. Yığılı sayfalar, eksik fotoğraflar, spotlar, başlıklar gözyaşlarını duymazdan görmezden geliyor. Akşam saatlerine kadar çalıştık. Eve dönerken çok üşüdüm. Hâlâ üşüyor gibiyim.

Bunları yazmak bile anlamsız aslında. Ponçik, minik beyaz topu yuvarlayıp duruyor yerde. Anlıyor mutsuzluklarımı… Mutlu olayım istiyor hep.

Hep mutluluk yok ki Ponçik’im… Bak, çöp kamyonu yanaştı yine apartmanın önüne.

Hiç yorum yok: