6.12.2009

Yaşam ve Aşk

Olabilseydim eğer, Modigliani’nin uzun boyunlu kadınlarından biri olmayı isterdim. Yok, eğer Modigliani’nin kadınlarından biri değilsem o zaman Chagall’ın renklerinden olmalıydım. Sevgililer‘deki renklerinden herhangi biri.

Sabah yağmurlu ve soğuktu. Yağmura rağmen şemsiyemi çantamdan çıkarmadım. İstiklal Caddesi’nin sabah mahmurluğu güzeldir. Kepenklerin çoğu açılmamış, caddede gezenler geceden kalmalar.

Yıllarca sanat tarihi kitaplarından siyah-beyaz okuyup gördüğüm Chagall; imzası, çizgileri, renkleri ile karşımda! Ne garip, bir sanatçıyı seviyorsan doğduğu köyü-kenti, aşkları, kederleri ve mutlulukları ile birlikte seviyorsun. Chagall ile doğduğu köy Vitebsk’i de sevdim. Aşık olduğu kadın Bella’yı, oğlu Ida’yı da sevdim.

Marc Chagall’ın renkler içindeki köyü… Bir yanda hep bir keçi bakıyor tuvalden. Çalan kemanın ya da akordiyonun sesi duyuluyor öte taraftan. Köylüler, tüten bacalar, ağaçlar içinde evler… Kışsa bembeyaz kar, bahar ise her yer bir renk denizine dönüşmüş.

Chagall Paris’ten önce iki yıl İstanbul’da yaşamış. Büyükada’dan denizi, adaları izlemiş. Ara Güler’e anlatmış bunları… “Belki resimlerinin mavisinde İstanbul da vardır bir parça” diye düşünüyorum böyle olunca.

Marc Chagall 24 Ocak’a kadar İstanbul’da, Pera Müzesi’nde…

Hiç yorum yok: